29 Aralık 2012 Cumartesi

DIY:Kese


Dikiş makinesi ile kalp şeklinde torba, lavanta kesesi, yastık artık ne dersen de çalışmasının nasıl yapılacağını anlatmak istedim. Belki faydam dokunur birilerine.

İlk önce bir kalıp çıkarıyorsunuz. İnternetten basıp kenarlarını da kesebilirsiniz veya elle de çizebilirsiniz.





Kumaşın ters kısmına kalıbımızı koyup kurşun kalemle kenarlarından çiziyoruz. Yalnızca kenara ufak iki tane işaret koyuyoruz. Bu aralığı dikmeyeceğimiz ona ihtiyacımız olacak.




İki kumaşı üst üste koyuyoruz. İkisinin de tersleri görünüyor olacak, kumaşların yüzleri içeride kalacak. İster farklı kumaşlar ister aynı desen kumaşlar kullanabilirsiniz, sizin zevkinize kalmış.




Dikiş işlemi tamamlandıktan sonra kenarlardan 0,5-1 cm kalınlığında mesafe bırakarak kesiyoruz ve kenarlarına minik minik kesikler atıyoruz. Eğer kesikler atmazsak pot durur.



Boşluk bıraktığımız ağızdan kumaşımızın içini dışarı çıkarıyoruz. Üstten ütülüyoruz.




 
Ve bu boşluktan lavantalarımızı içine koyuyoruz.

Kalan boşluğu da elle dikiyoruz.

Dilerseniz tepesine bir kurdele dikerek sağa sola, yılbaşı ağacına, kapılarak falan asabilirsiniz.
Bu kadar çok kalpli torba yapmamın nedeni arkadaşlarıma yılbaşı hediye paketi hazırlıyor olmam. İçerisine elyaf dolduracağım. Minik bir yastık gibi olacak. Tabi poşetimin içerisine çikolata vs.de ekleyeceğim. Bu hiçbir şeye yaramayan minik yastığı vermeyeceğim öylece :)

Aynı mantıkta baykuşta yapmıştım.
Önemli olan kalıbı çıkarmak.



sevgiler <3



21 Aralık 2012 Cuma

10 sene O_o

Bir tanışma hikayesi... Lise bitmiş benim, dersaneye gidiyorum o sene, üniversiteye hazırlanıyorum, daha bebeyim. İnternet şimdiki gibi ulaşılabilir değil çok fazla, çoğunlukla "internet cafe"lerden bağlanabiliyorsunuz.

Geçmişi, belli bir zaman aralığından sonra düşününce farkediyorsunuz ne kadar değiştiğini herşeyin; internete evden bağlanırken bir telefon numarası çevirir, ciiiiiirrrtt diiiddcciiz üüüjjjctt gibi sesler gelirdi bilgisayardan, hey gidi hey! Şimdi koltukta uzanmış ipadimin dokunmatik ekranı ile yazıyorum bu postu. Birde renkli, kameralı, fotoğraf çeken telefonlar çıkmıştı yeni o zaman, 39 numara ayakkabı boyutunda. Reklamlardan sonra dersanede birinin elinde görmüştüm ilk kez, kantinde lazer ışığı tutuyordu sanki gökyüzüne.

Bende de 3110 vardı, seviyordum keratayı, tek tuşlu. Bakmadan kullanıyordum yemin ederim :)) 

İşte o günlerden, 10 sene önce bugün akşamüstü internet kafeye gittim sıkıntıdan. Schoolbus diye biri geldi başladık sohbet etmeye. Nasıl güldüm esprilerine, nasıl eğlendim anlatamam. Son derece zeki espriler, ağırbaşlı bir muhabbet. Meğerse benim kaderimmiş. Sonraki iki hafta boyunca sadece telefonla görüştük, sürekli arıyor, soruyor, mesaj atıyor... Bense şaşıyorum, neden bu kadar arıyor, ilgi gösteriyor? Pek ciddiye almamıştım. Ne kadar güvenebilirsin ki?

5 Ocak 2013 günü hayatımda bir dönüm noktası olduğunun farkında bile değildim. Beni ömür boyu sevecek, ömür boyu seveceğim kişi olduğunu nereden bilebilirdim?

...10 senedir önce eşim, dostum, yoldaşım sonra babam, oğlum, arkadaşım...

Canım sevgilim, seni çok ama çok seviyorum. Yanında bile özlüyorum seni.

Bu da yıldönümü hediyem ^.^


19 Aralık 2012 Çarşamba

Denzel Washington'inin Ucus ile farkli performansi


Bir filmde Denzel Washington varsa eğer o filmi izlemek için başka bir nedene ihtiyacım olmaz.


Uçuş filmi için, "başı çok iyi ama ilerleyen sahnelerde uykunuz gelebilir" demişlerdi. Gidişat evet, böyle ama uyku getirecek kadar değildi. Beni asıl etkileyen filmin can damarı, ilk malum düşme sahnesini idi, bu sahne için yeniden izlerim filmi. Kendimi yolculardan biriymiş gibi hissettim. Çok heyecanlı bir sahneydi, hatta uçak yere indikten sonra bir rahatlama geldi. Önce yanımda oturan beyime sarılacaktım Allah onu bana bağışladığı için, sonra da kaptan Denzel'e sarılacaktım bizi kurtardığı için :))
-Yalnız heyecanlanabilmek için daha önceden en az bir defa uçağa binmiş olmak gerek bence.-

Film bunun dışında fena sayılmaz. Kızıl kıza verilen rol çok gereksizdi, filme bir katkısı olmadı ama başrol gibiydi.

Pazar günü güzel vakit geçirmek için izlenesi.


İyi seyirler...





16 Aralık 2012 Pazar

Limonlu bir günaydın


Bulutlara sesleniyorum:Biras kenara çekilinde güneşi görelim! 
Karanlık havanın aksine bol sarılı, limonlu aydınlatma çabaları içinde Günaydın!!!



12 Aralık 2012 Çarşamba

Doğal Beslenmek zor mu?

Canan Karatay'ın kitabını okuduysanız eğer doğal beslenme ile ilgili epey bir araştırma içerisine girmişsiniz demektir. Soğuk sıkım zeytinyağını nereden bulabilirim, köy yumurtasını nereden bulabilirim, ilaçsız hormonsuz sebzelere nereden ulaşabilirim, organik demek ne demek...

İpek Hanım'ı takip ederseniz doğal yiyecekler veya ülkemizdeki tarım sektörü hususlarında epey bir bilgileniyorsunuz. Ben seviyorum buradan gelen yiyecekleri, güveniyorum da kendilerine.

Geçen günlerde 2. kez sipariş verdim.

Kendisi gayet girişimci, tuttuğunu koparan bir kişiliğe sahip. İstanbul’da doğup büyümüş, sonrasında karmaşadan kaçmak adına Aydın’a yerleşmiş ve bir takım girişimciliklerden sonra adına emeklilik dediği Nazilli’de ev yaptırarak İpek Hanımın çiftliğini kurmuş. Bağ bahçe ile ilgilenirken bulduğu her şeyi fazla fazla ekmiş, kesmeye kıymadığı bir çok tavuk yetiştirmeye başlamış. Her halde bende böyle olurdum :) neyse elindeki sebzelerden İstanbul’daki eşine dostuna yollamaya başlamış, sonra ücretsiz bir şekilde gönderilmesinden rahatsız olan eş, dost ücretini ödemekte ısrar etmişler ve tavsiye üzerine, kulaktan kulağa sadık müşteriler edinmiş. Sadık müşteri edinmesindeki en büyük etkenin dürüstlük olduğunu düşünüyorum ben. Çünkü Pınar Hanım size ürünlerinizi gönderiyor, siz ne zaman müsait olursanız paranızı o zaman kendisine havale yapıyorsunuz. Ürünler gitsin para geldi mi kaygısı yok, tabi bu kısmı nasıl idare ediyor bilmiyorum büyük başarı. Yanında 50’den fazla köylünün sigortalı olarak çalıştığını okumuştum. Üretilen ürünlerin hiç birisine organik demeyi sevmiyor. Çünkü ürettiği ürünler tamamen ata tohumundan üretiliyormuş, ilaçsız, katkısız. Organik ucu bucağı belli olmayan bambaşka bir mevzuu.

Kendisine mail atıyorsunuz, sizi listesine ekliyor ve her cumartesi köyde, çevrede, Türkiye’de veya kendi anıları ile ilgili olan bitenler hakkında bizlere mail atıyor. Aynı zamanda güncel liste gönderiyor, siz bu listeden çiftlikte neler olduğuna bakıp ona göre sipariş veriyorsunuz. Fiyatları vs.hepsi bu Excel listesinde yer alıyor.

İlk siparişimde yumurta, zeytinyağı, domates, kırmızı pul biber, tahin helvası, sebzeler ve hatırlamadığım başka bir şeyler daha sipariş etmiştim. Zeytinyağı mükemmel, hakiki soğuk sıkım zeytinyağı Canan Karatay’ın tavsiye ettiği şekilde, yumurtaların bazıları kırılmıştı bu nedenle çok üzüldüm bir daha sipariş vermemeye karar verdim, bu arada kırılanların parasını almıyorlar. Tahin helvası nefisti, bir ara tahinde almayı planlıyorum.
Bu sefer siparişimizde biber, domates falan sebzeler, iki şişe zeytinyağı :) güllü sabun (kokusu nefis), zeytin siparişleri verdim. Kollarım kopuyordu, eve zor taşıdım.

Sabah kıtır kıtır bibere zeytinyağı ektim :) Karatay diyeti ile tanışmak benim için bir dönüm noktası diyebilirim, yaşamımız içerisinde nasıl yanlışlarla beslendiğimizi çok net yaşayarak görmüş oldum. Artık markete mecbur kalmadıkça gitmiyorum, çünkü fabrikadan çıkan gıdalar tamamen yasak, doğal beslenmek şart bu diyette. Çok değil bir hafta içerisinde yüzünüze renk geldiğini görüyorsunuz zaten. Polikistik over sendromu tamamen bitti! benim için en mutluluk verici yanı bu. Hızla ve sadece yağlardan kilo verdim, inceldim. Hayatıma sporu dahil ederek daha mutlu oldum. Kocişimin 16 kilo verdi iki ay içerisinde...

Doğal beslenmek biraz disiplinle hiçte zor değil.

9 Aralık 2012 Pazar

Amway

Suan garip bir "kullanilmislik" hissi ile karsi karsiyayim. Nasil bir duygu oldugunu tarif edemem, bizzat yasamaniz lazim. Gel gor ki yasama ihtimaliniz o kadar da zor degil, sizin de karsiniza cikabilir size bu duyguyu yasatacak insanlardan.
Olay aslinda benim annemle babam yaslarinda olan, uzaktan bir akrabamin "Canim, musaitsen sana gelecegiz" demesi ile basladi. Bende bir saskinlik, pazar aksami beklenmeyecek bir telefon. "Tabi ne demek, bekleriz" dedikten sonra telefonu kapattim ve 1saat icerisinde, zaten kendimizi ders calismaya ve dinlenmeye adamis oldugumuz pijamali bir pazar gunu oldugu icin b.k goturen evi bal dok yala kivamina getirdim akabinde pastaneye kosup cesit cesit karbonhidrat bombalari kaptim geldim, cay koydum ve misafirlerim geldi... 
Teyze ve amca ciftinin yaninda bir de bayan var tanimadigim. Uc kisi geldiler oturdular basladilar "Amway" urununu ovmeye. Arkasindan da beni uye yapmak icin geldiklerini soylemezler mi? 
Ben o an bunu normal karsiladim, yogun calistigim icin ugrasamayacagimi soyledim, eger boyle bir maksatlari da varsa bunu aşıp havadan sudan konusup caylarimizi icme asamasina direkt olarak geçmek icin. Yanlarindaki kadin tecrubeli tabi, 7 yildir bu işi yapiyormus, pirlanta lidermis. Dinledi dinledi dinledi sonra mevzuya girdi, bir acti agazini iki saat boyunca susmadi. Susta motorun sogusun diyecektim. 
Beni potansiyel uye gormusler anladigim kadari ile, konusmalardan bunu cikardim. Daha faturalarimi takip edemiyorum ben ayol. 
Zaten onca yaptigim izzeti ikramlarda bosa gitti, kadinlar bir seye dokunmadi, lider konusmaktan firsat bulamadi zaten. 
Eger olaylar şöyle gelişseydi hic rahatsiz olmazdim; elimde bir egzama sikayeti olsaydi, dogal bir omega-3, vitamin destegi arastirsaydim veya evimde "dogal" camasir deterjanina ihtiyac duysaydim (kimyasalin dogali nasil oluyor onu anladim, uye olup nasil baskalarinin sirtindan para kazanildigi kismindan oraya firsat gelmedi) ve bana bu urunleri tavsiye etselerdi, bende kullanip memnun kalsaydim, sonra %30 daha dusuk odemek adina uye olmak isterdim...
Hayalkirikligim ve kullanilmislik hissim bundan iste...

7 Aralık 2012 Cuma

Zeki İnal ve Oğulları

Gaziantep'i geride bıraktık ama o bizi kolayca bırakmak istemiyor sanırım. Antep dönüşü elimizde baklava olmadığını görenler suratlarını astılar, yapalım gönüllerini dedik ve Zeki İnal'dan baklava ile şöbiyet siparişi verdik. Zaten Gaziantep'e gittiğimizde pazar günü kapalı olduğu için, pazartesi de sağa sola koşturmaktan buraya gitmek nasip olmamıştı ve içimizde kalmıştı.
Telefonla verdik siparişi, Çayırağası otobüs firması ile ulaştı Harem'e baklavalarımız. Yalnız şöbiyetleri akşam yediğimizde artık şekerlenmeye başlamış olduğunu gördük, ama olsun yine de lezzetliydi.

Antep'in tüm baklavaları güzel mübarek :)

Vedat Milör'ün nasıl övdüğünü görmek isterseniz;
 

3 Aralık 2012 Pazartesi

Hafta sonu klasikleri


Yumurtalar nasıl, ehehhehh muzurluk olsun, pazar günü kırdık pişirdik hepsini :)))

Gecen sene aşure pişirdiğimizde eski evimizde yaşıyorduk. Üsküdar, Bağlarbaşı'nda, 3 katlı ve 3 daireden oluşan bir bina. En üst katta biz, diğer iki dairelerde ise iki yaşlı ve dul teyze, yani binada toplam 4 kişiydik :)) evlendiğimizden beri 5 seneyi burada geçirdik, ite kaka... Çünkü ev 55 metre kare falandı sığmıyorduk ayrıca 30 senelik bir binaydı. Altımızdaki teyze aşırı meraklı birisiydi. Teyzenin evde bizim kapıya bağlı sensor vardı sanırız, mesela arkadaşlarımız gece 11:00'de evden ayrılıyorlar teyzenin kapı aynı anda açılıyor, bize saatin kaç olduğunu soruyor, açıklama olaraksa saatinin pilinin bittiğini söylüyordu :)) komikti ya :)) birde işten eve dönerken yakalardı ben, ayak sesimden bilirdi benim geldiğimi, çattt diye açardı kapıyı.  Teyzenin değneklerle zor yürüdüğünü söylemiş miydim? bıraksam saatlerce kapıda tutacak beni, bir şeyler anlatırdı kaynım, görümcem, kız kardeşim şöyle böyle diye uzayıp giden liste, bitmez anlatacakları... 

Neden anlattım bunları, geçen sene aşure yaptığımda teyzelere de vermiştim birer kase, kadın o kadar çok sevinmişti ki şaşırdım doğrusu. Biz taşınırken de çok üzülmüştü, ağlamıştı hatta. Bir gün bizde yaşlanacağız, empati kurmak gerek. 
Dün yine pişirdik, seviyorum çok ya aşureyi. Teyzeyi andım, ne yapıyor acaba :)
Bu hafta sonu annemler geldi, kahvaltı, yeme içme... 
mutlu hafta sonları
 

Kocişim cuma akşamı menüsü :) ilk defaya göre çok lessetliydi.
Tavuk göğsünü tavada çevirdi, domatesli sos yaptı, sosun içerisine jalapeno biberi ve mantar ekledi bir de baharatlarını.


24 Kasım 2012 Cumartesi

Gaziantep Gezi Notları

Merhaba,

Uzun zamandır yapmayı çok istediğimiz Gaziantep gezimizi ufak pürüzlerle geride bıraktık.
İyi ki gitmişiz görmüşüz oraları. Bizden sonra gidecek olanlar için rehberlik olması adına, hiçbir şeyi atlamamaya dikkat ederek gözlemlerimi aktarmak istiyorum.

“Dünya alevden bir toptu” diyerek başlamak istiyorum; Kozyatağı’ndan Atatürk Havalimanına gitmek bize çok zor ve karışık görünmüştü ilk başta ama o kadar da zor değilmiş. Uzunçayır’dan metrobüse bindik, Şirinevler durağında inip Ataköy metrosuna aktarma yaptık ve trafiğe hiç takılmadan 1,5 saatte havaalanına vardık, metro direkt havaalanına götürüyor sizi. Naçizane tavsiyem indikten sonra kendinizi 10 dakikalık bir yürüyüşe hazırlamanız. Her an havaalanının giriş kapısı karşınıza çıkacakmış hissi ile yürümek bünyeye pek iyi gelmiyor.
Gaziantep’e Onur Air firması ile gidip geldik. Gidişte de dönüşte de sorunsuzdu, tam vakitlerinde kalktı uçaklarımız. Gaziantep Havaalanı ile şehir merkezi arası ise 20 dakika, çok yakın. Havaş 9 TL idi, biz Onur Air'in servisini kullandık, 6 TL.ye götürdü bizi. Bu arada şehir merkezi iki ayrı ilçeden oluşuyor, Şehitkamil ve Şahinbey. İkisi de Kurtuluş savaşında iz bırakmış insanlar, ileride bahsedeceğim.
Iphone navigasyonu sayesinde şehir merkezine geldiğimize ikna olur olmaz attık kendimizi arabadan. Akşam hava kararmak üzere, sokaklar alacakaranlık. Otelin bulunduğu yeri kendimize hedef alarak yürümeye başladık. Sokaklarda insanlar, akıp giden bir telaş ve koşturmaca, herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyor gibi. Sonradan anladık ki, hava kararır kararmaz sokaklarda kimsecikler kalmıyormuş.
Biz bu şekilde yokuş yukarı yürürken, varoş binalar yerlerini tarihi binalara bırakmaya başladı ve birden -araştırmalarım esnasında fotoğraflarını sık sık gördüğüm- İmam Çağdaş Kebapçısının önüne çıktık. Gaziantep'in yerlisinin, burayı çok turistik ve pahalı bulduğunu, onun yerine başka yerler tavsiye ettiğini duymuştum, bu nedenle gitmeye niyetim yoktu ama ilk kez gittiğin ve kimseyi tanımadığın bir şehir, karnımız da zil çalıyorken kulak tıkadık ve daldık içeriye. İçerisi tıklım tıklım, kalabalığın verdiği bir sıcak hava hakim. Yüksek tavanlı, ahşap dekorasyon ağırlıklı döşenmiş, eski bir havası var. İnsanların sesleri uğultu halinde birbirine karışmış, kendi sesini zor duyuyorsun. Derken boş masa bakınmaya başladık. Bir tane garsonla göz göze geldim, aklımdan “şimdi bize bir masa ayarlayacak” diye düşündüm ve aynı anda garson kafasını çevirdi görmemezlikten gelerek kasaya yöneldi ve bir şeylerle uğraşır gibi yapmaya başladı :) Bizde başımızın çaresine bakmaya devam ettik üst kata çıktık, nihayet onlarca garson arasından bize bir masa gösteren oldu. Kuytu köşeye yakışacak nitelikte, yüzünden saflık akan bir “Anadolu çocuğunu” koymuşlar. Tercihimizi Ali Nazik’ten yana kullandık. En çok patlıcan kebabı ve Ali Nazik tavsiye etmişlerdi. Fiyatlar 17-18-19 Türk Lirası arasında değişiyor. Nihayet geldi yemeklerimiz, Allah’ım o ne güzel bir şey öyle. O ana kadar yaşadığım karmaşaların hepsi uçtu gitti, iyi ki buraya gelmişiz dedik. Sildik süpürdük tabağı. Arkasından özel kare baklavalarımızı söyledik, o da nefisti bal kaymak gibi geldi valla! Dayanamadık birde çok tavsiye etmişler diye bülbül yuvası yiyelim dedik, ama o maalesef sınıfta kaldı hiç güzel değildi. Her şeye rağmen yüzümüzde kocaman bir gülümsemeyle çıktık dışarı.
Harita olmasa ne yapardık bilmiyorum, bir sağa bir sola gide gele bulduk otelimizi. Hıdıroğlu Konağı’nda kaldık. 1860’lardan sonra inşa edilmiş bir konak burası. Sahibi Ali Bey çok güler yüzlü, aşırı ilgili ve yardımsever birisi. Zaten oturur oturmaz direkt yapılacakları, ne nerede bulunur vs. her konuda rehberlik etmeye başladı. Pazar ve pazartesi günü için, birbirine yakın yerleri baz alarak gidilecek, görülecek yerleri organize etti bize.
Kaldığımız konaktan;




Benim söyleyeceğim; Mümkünse Pazar günü Gaziantep’e gitmeyin, çünkü çoğu dükkanlar kapalıydı, buna baklavacılar, kebapçılarda dahil. Yaz kış bu şekilde mi bilmiyorum ama örneğin Bakırcılar çarşısında 100 tane dükkan varsa 3-5 tanesi açıktı sadece. İnsanlar o gün tamamen evlerine, ailelerine zaman ayırmış sanırım. Sokaklar bomboştu, hele -adını bilmediğim- aşağıdaki şu caddeye bakar mısınız? Bu caddenin sonuna kadar yürümek yaklaşık 10 dakika sürüyor, bütün gün dükkanlar bu şekilde kapalıydı. Pazartesi günü yine aynı caddeden geçtik ki az kalsın yolumuzu kaybediyorduk, Pazar gününün aksine curcunaydı :)

Şehirdışından gelenlere gezmek için en iyi günler, iyi bir organizasyonla Cuma günü sabahtan gidip, Cumartesi günü akşamdan dönülmesidir.


boş sokaklar

 
Sabah çorba içmeye giderken.
Minarelerin çoğu harika taş işçiliğine sahip

Pazar günü sabah, konağın sahibi Ali Bey’in tavsiyesi ile ilk soluğu Metanet Lokantasında Beyran Çorbası içmek için aldık. Fotoğrafta göreceğiniz Beyran çorbası. O bomboş sokaklardan birisinin arasında, Tahmis kahvesini geçince ileride solda bir yerde yer alıyor. Sokakların aksine içerisi tıklım tıklım doluydu, boş masa bulmak zor. Genelde Gaziantep’in yerlisi gelmişti buraya sanki, içeride aileler, genci, yaşlısı, teyzeler, amcalar, çocuklar her yaştan insan vardı. Lokantada Paça çorbası ve Beyran çorbası pişiyor sadece. Yok ben mercimek, ezogelin yemek istiyorum dersen bulamazsınız.
Çorbaya gelince;Tadı çok lezzetliydi. Ama. -Gaziantepliler bana kızmasın lütfen- sabah sabah içilecek bir çorba değildi bence. Aşırı yağlı, salçalı, incik et, bol acı pul biber ve pirinç var içerisinde. İçerken iki türlü yanıyorsunuz, hem acıdan hem sıcaktan. Alışmamış bünyelere fazla yalnız onu içtiğin zaman akşama kadar tutar seni, hiç acıkmazsın. Yazın hiç içilmez diye tahmin ediyorum çünkü zaten kendisi aşırı sıcak. Sakın tasa dokunmayın yanarsınız. Bir kerpeten yardımı ile şu ateşlerin üzerinde pişiriyorlar, yine masaya koyarken de bir alet yardımı ile dağıtıyorlar çorbayı.

Çok merak ediyorum demek istiyorum derseniz amenna :)
Kahvaltı için Katmer fırınlarından birinde Katmerle birlikte çay içebilirsiniz. Biz yiyemedik maalesef.

Beyran çorbası

burada pişiyorlar

çok güzel değil mi?

Sonra Mevlevihane’ye gitmeye koyulduk. Gezilerimiz arasında iyi ki de gitmişiz dediğimiz bir yerdi. Giriş ücretsiz. Güvenlik görevlileri var kapıda, çok ilgili ve güler yüzlüler, bizi o esnada 6 dakikalık bir sunum varmış ona yönlendirdiler hatta, sizde giderseniz izlemekte fayda var.





Mevlevihane içerisinden tavan süslemesi



Akabinde Tahmis Kahvesine geçtik, şekersiz bir kahve iyi geldi. Beyran çorbasını mideye hüplettiğim için toktum ama çorbayı içemeyen koca burada gözleme yedi. Gözleme de çok hamurdu, beğenmedi hiç.


Oradan çıktık kaleye doğru yürümeye başladık. Savaş müzesini görmek istiyorduk ama iki tane savaş müzesi var sanırız. Iphone 6 sürümü ile birlikte google haritasının kaldırılması bizi büyük yanılgılara düşürdü. Savaş müzesi yazıyorum çıkmıyor. Zaten mekan konusunda hep Foursquare’den yardım aldım. Sonra Kalenin içerisinde bir Savaş müzesi olduğunu öğrendik. Kalenin girişine kadar gittik fakat içeri girmeye çalışan 100 tane çocuğu görünce içeriye girmekten vazgeçtik.
Gaziantep Kalesine giderken

Gaziantep savunmasının öncüsü Şahinbey

 Şehit Kamil ve annesi

Kaleye çıkan merdivenlerde, savaşta adı geçen kimselere ait heykellere baktık, keşke bu heykelleri şehir merkezinde çeşitli yerlere dağıtsalardı, daha güzel olurdu bence ama olsun böyle de güzeldi.


 Dokurcum Değirmeni'nde şehit olan çocuklardan 7'si

Özellikle Dokurcum Değirmeni’nde şehit olan 14 çocuğun heykellerini görünce içim cız etti. Bu katliam ile ilgili internetten edindiğim bilgileri biraz özetleyeyim;28 Mart 1920 günü 10-12 yaşları arasındaki 14 çocuk, Şahinbey ve askerlerine yiyecek ile cephane götürmek için yola çıkıyorlar, yüklerini Dokurcum Değirmeni’ne indirerek geceyi orada geçiriyorlar fakat sabah kalktıklarında Şahinbey ve arkadaşlarını şehit eden Ermeniler ve Fransız askerler, elleri silah tutmamış bu çocukları Dokurcum Değirmeni’nde yakalıyorlar.
Ellerini bağlayıp, dik kayaların önünde sıraya dizip kurşun yağdırıyorlar. Öldüklerinden emin olmak için de süngülüyorlar. Çocukların mezarları Şıh Camii‘nin bahçesindeymiş, daha önceden bilseydim mutlaka ziyaret ederdim. Tabi diğer taraftan düşününce Gaziantep’e gitmeseydim zaten bu katliamdan haberim dahi olmayacaktı.




Kale’den sonra Emine Göğüş Mutfak müzesine gittik. Geçmişteki bir Gaziantep evini canlandırmışlar. Evin en çok ocaklığına yani mutfağına bayıldım, tam benim istediğim mutfak tipi. Bizim kaldığımız konağın içinde de resepsiyon olarak kullanılan kısım eskiden ocaklıkmış. Gözlemlerime göre avlunun içerisinde ama evden bağımsız bir oda oluyor burası.








Mutlaka görülmesi gereken bu müzeden sonra planımıza bakarsak buraya çok yakın olan Bakırcılar çarşısı, Zincirli Bedesten gibi yerlerden alışveriş yapmamız gerekiyordu ama belirttiğim gibi dükkanlar kapalı oldukları için ötelemek zorunda kaldık.
Saat tam 12 civarıydı. İşte asıl yapacağımız şey o an taksiye atlayıp Zeugma Müzesine gitmekti ama Zeugma Müzesinin arkasında yer alan Halil usta Kebapçısının Pazar günü kapalı olması nedeni ile yine normalde planlanan gibi pazartesi gününe attık.


Ciddi bir mesafe olmasına rağmen, haritaya aldanarak Koçak baklavacısına yürüdük :)
Yorulmamıza sonuna kadar değdi valla, o ne guzel bir lezzet. Hic bir yerde bulamazsınız eşi benzeri yok.
Artık nerede baklava yesem Koçakla kıyaslayacağım ve hiç birini beğenmeyeceğim diye düşünüyorum.
Koçak Baklavacısı

Yürümekten, dolaşmaktan pestilimiz çıktı. Ama bize durmak yok! Daha gezecek çok yer var;Bey Mahallesi, Kurtuluş Cami ve Hasan Süzer Etnografya müzesini aramaya koyulduk. Bey mahallesinin atmosferi hakikaten bambaşka, geleneksel Türk evlerinden çok farklı. Aynı zamanda bildiğiniz üzere Atatürk’ümüzün nüfusa kayıtlı olduğu yer burası.

Bey Mahallesi


Hasan Süzer Etnografya müzesi meğersem bizim konağa çok yakınmış (kaldığımız konak, yine tarihi bir mahalle olan Eyüpoğlu mahallesinde yer alıyor) ama müze tadilata girmiş bu nedenle içeriye giremedik.

Derken Bayazhan diye bir yerin önünden geçiyorduk, baktık Kent müzesi yazıyor üzerinde gel gezelim dedik girdik içeri. Harika bir Gaziantep rehberi niteliğinde müze yapmışlar, müze kartınız olmasa giriş 1 lira, kulaklık falan hepsi içinde.
Muhakkak görülmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kent müzesi içerisinde, Bakır ustası ve çırağı canlandırması


Baklava ustası çok tatlı :)

Şehit Kamil  ve annesi

 Şahinbey
 Çarık ustası

 Yine Kent müzesinden 


Akşamüstü Aşina Kebapçısına gittik. Burayı tercih etmemizin nedeni hem Gaziantep’e özgü yöresel yemekler yapmaları hem de kebap çeşitleri yapmaları idi. İyi ki de burayı tercih etmişiz. Yediğimiz her şey çok lezzetliydi. Garsonlar çok ilgiliydi sürekli bize bir isteğimiz olup olmadığını sordular ve yardımcı olmaya çalıştılar.
Üzüldüğüm tek şey saat 18:00’den önce gitmiş olmamız, çünkü çiğ köfte o saatten sonra çıkıyormuş ve 1-1,5 saat içerisinde tükeniyormuş.
Ben Yuvarlama çorbası, içli köfte, kuru patlıcan dolması yedim, ooff olsa da yesek :) eşimse ezogelin çorba, altı ezmeli yedi. O da baktım parmaklarını yiyordu en son.
İçeride baklava da vardı ama Koçak’ta baklavaya doğduğumuzdan dolayı yemedik.
Bu arada hesap toplam 60 küsur tuttu.


Aşina Kebapçısında Yuvarlama ve Kuru dolma

Bu memlekette saat 17:00’de hava karardığı için el ayak çekiliveriyor tez vakitte, bizde onlara ayak uydurduk ve kahkelerimizi alıp koşarak konağımızın yolunu tuttuk. Allah’tan televizyon ve internet vardı odada, yoksa sıkıntıdan patlayacaktık.

  Susmalı Kahkeler nasıl? Akşam saatinde simit fırınından aldık.

Ertesi sabah kötü bir haberle uyandım. Zaten gece de kötü kötü rüyalar gördüm. Ben yorgunlukla akşam 22.00’de rüyalara daldığım sırada, kocacım, benim aklıma gelip uygulamaya sokmadığım şeyi yaparak Zeugma Müzesinin tatil günlerine, saatlerine bakmış ve pazartesi günü tatil olduğu görmüş. Ali Bey’e özellikle sordum halbuki pazartesi tatildir diye ama 7/24 açık deyince bakma ihtiyacı duymadık tekrar.
Neyse müzeye telefon açtık "kapalı" dediler ve ben başladım ağlamaya. Tüm sinirlerim gerildi. Ben taaa İstanbul’lardan, belki de hayatımda tek sefer bir şehre geleyim, Çingene Kız mozaiğini görmek için çıldırayım, gel gör ki bir ihmal yüzünden göremeden dönmek zorunda kalayım. Biraz afallama sonrası kara kara düşünceler içinde Orkide pastanesine gittik kahvaltı yapmaya, biraz moral bulalım birazda düşünelim taşınalım diye... Orkide pastanesi denen yer bildiğimiz Pelit Pastanelerinden daha pahalı. Gözlerime inanamadım. Katmer 18 TL, tatsız bir poğaça 2 TL, kahvaltı 18 TL garson kasıntı tepeme çıkacak sandım. Zaten bozuk olan moralim ikiye katlandı. Canım kocacımda ben bu kadar üzülünce ne yapacağını şaşırdı, boşver hayvanat bahçesine gideriz bizde falan diyor. Tabi uçağa yetişmek için 14,50’de servise binmiş olmamız lazım bizim, bu saate kadar Pazar günü kapalı olan Bakırcılar çarşısı ve Almacı Pazarındaki alışverişlerimizi de halletmemiz gerek.
Eşimin ısrarı ile hayvanat bahçesine gidelim dedik, taksici ile 30 TL.ye anlaştık, çünkü otobüsler seferlerine 10.00’da başlıyorlarmış. Taksiye bindik ve Zeugma müzesine yeniden telefon açalım dedik, adam "müze açık, gezilebilir" demez mi! Taksiciyi doğruca müzeye çevirdik. Kapıya gidince başka bir sürpriz karşıladı bizi, meğerse müze kapalıymış ama Unisco Venedik şubesinden misafirler gelmiş, bir konferans verilecekmiş akabinde de oradaki komite müzeyi dolaşacaklarmış bu nedenle ondan sonra müze halka da açılacakmış ama ne zaman bilinmez.
Geçtik kafeteryaya beklemeye koyulduk, 9.00'da gitmiştik 10.30'da içeri aldılar bizi. Tabi bu 1,5 saat içerisinde biz ne senaryolar yazdık, ne aksiyon sahneleri çektik anlatamam :) velhasıl muradımıza erdik, dolaştık müzeyi doya doya, bol bol fotoğraf çektik -flaşsız müsaade var-. İçeri ilk girince bir görevli çocuk elinde ipodlarla karşıladı bizi ve bilgi vermeye başladı, eserin tanıtımlarını dinleyebiliyormuşuz bu alet yardımı ile, bir tanesi 5 TL karşılığı alınıyormuş. "Application mı?" diye sordum çocuğa "hayır değil" dedi ama bildiğin application işte. App Store'dan "Zeugma" diye aratın, zaten dil seceneklerine göre gelen app'leri bulacaksınız, oradan indirin ve kulaklığınızı yanınıza almayı unutmayın. Hatta gitmesenizde müze ile ilgili bilgi almak istiyorsanız indirin ve inceleyin bence.
Müzeye gelince;Fazla söze gerek yok, harika bir müze. Tüm Türkiye'mizde bu tarz müzelerin yapılması, tarihin ortaya çıkarılması ve korunması gerek diye düşünüyorum, bizi ileriye taşıyan bunlar çünkü. Müze içerisinde Mars heykeli cok güzel konumlandırılmış.








Çingene kız mozaiği ise tam hakettiği yere konmuş. Üst katta en köşede, kapısında güler yüzlü bir güvenlik görevlisi tarafından odaya yönlendiriliyorsunuz ve size eşlik ediyor. Siyah duvarlı labirent bir koridorda ilerliyorsunuz, yalnızca yürüdüğünüz yol ışıklandırılmış durumda, bir tek bastığınız yeri görebiliyorsunuz. Bir anda iki delici gözün karanlık içerisinden size baktığını görüyorsunuz, tuhaf bir his. Ambians harika betimlenmiş. Ölmeden önce en az bir defa görülmesi gerek diye düşünüyorum. Az daha kapısından dönecektik, çok şükür görebildik.



Müzeyi dolaşınca karnınız acıktı doğal olarak :) tavsiye edildiği üzere ve yapılacakların baş listesindeki yere, Halil Usta Kebapçısına doğru yürümeye başladık. Hemen Zeugma Mozaik Müzesinin arkasında kalıyor. Müzenin yanındaki sokaktan içeri girin ve dümdüz ilerleyin, sağdaki 4.sokakta, tabelalar sizi yönlendiriyor zaten.



İçerisi boştu, bir sürü dikdörtgen masalar, açık renk tahta sandalyeler, duvarları boylu boyunca fotoğraflarla kaplı dekore edilmiş salaş bir yer. Bayılırım salaş yerlere. Garson "ilk kez mi geliyorsunuz?" dedi, "evet" deyince ortaya karışık bir şeyler getirmeyi uygun gördü.
Önce kaşık salatası getirdi, bol ekşili ama tam kıvamında bir lezzeti vardı, bayıldık ona. Sonra simit kebabı, küşneme ve ismini bilmediğim bir kuşbası et daha getirdi. Hepsi lezzetliydi ama bizim beklentimize göre çok sade kaldı. Biz çiğ köftesinden, içli köftesine, kebabının arkasından tatlısına olmasını daha çok tercih ederiz. Burası lokanta havasındaydı.
Gaziantep'e yeniden gelsem tercih etmem açıkçası ama denemiş olmaktan memnunum, yoksa içimde kalacaktı.
Bir de dikkatimi çeken şey varoş bir mahalle arasında yer almış olması, olamaz mı olur tabi ama ilginç geldi bana. Kalite ve lezzet ön planda olunca öyle bir duyuluyorsun ki millet Fizan'da olsa geliyor :) Bu arada öğlen saat 12.00 falan civarıydı biz oraya vardığımızda, dışarı çıkana dek içerisi doldu taştı :)




 Kebabçı Halil Usta


Zincirli Bedesten

Bakırcılar Çarşısı

Renklere bakın, hiç bir oynama yok


Bu biberlerden aldık tabi ki

Fazla vakit kaybetmeden atladık taksiye doğru Almacı Pazarına (taksi 10 TL yazdı). Tabi pazar günü kapalı olan dükkanlar pazartesi kabak çiçeği gibi açılmışlardı :) Bakırcılar çarşısından bir şeyler almayı çok istedim ama daha çok turistik, işlemeli taslar vardı beğenemedim içlerinden bir tane. Yoğurt kasesi ve kepçesi alacaktım ama 6 tane falan alacağımı düşününce pahalı geldi bana. Sürahi de alınabilirdi çok güzellerdi ama o da 40-45 tl arasıydı :( ya bu alışveriş olayını çok sıkıştırdık. Neyse Almacı pazarında Ali Bey'in tavsiyesi üzerine Saçıbeyaz isimli aktarcıya gittik. Arkadaslarımızında bir sürü siparişleri vardı hepsiyle birlikte 200 lira civarı bir alışveris yaptık, çocuk bize yapa yapa 2 liralık bir indirim yaptı. Hahhaaah neyse ya, yalvaracak halimiz yok indirim yap diye.

 



Almacı Pazarı, Mısır çarşısı gibi kokuyor
 
 
Parkı çok güzel ve geniş 

Antep halkı ile ilgili genel olarak dikkatimizi çeken noktalar, yön duygusu ve tarif etme yetilerinin çok zayıf olduğu. 1 km.lik yol için size "Çok yakın, şurası" diyebilirler veya yanyana 3 ayrı yönlere ayrılan sokakların olduğu tarafı göstererek "oradan" diyebilirler, gel gör ki hepsi birbirinden yardımsever ve ilgili. İşte bu nedenle bir sey sorduğunuzda "bilmiyorum" veya "hayır" demiyorlar, bilmeselerde yardım etmeye çalışıyorlar hatta kendilerini paralıyorlar anlatabilmek için.

Harika bir gezi oldu bizim için, iyi ki de gitmişiz ve yine giderim belki gap turuna çıkarsak yolumuz tekrar düşer buralara :)
Yapamadıklarımız arasında Zeki İnal'dan baklava yemek vardı, üstelik kaldığımız yere çok yakındı ama pazar günü kapalıydı pazartesi günü de koşturmaca olduğundan arada kaynadı. Vedat Milör 10 numara vermişti buraya, biz yapmadık siz yapın.
Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana,
Yorumlarınızı yazarsanız çok mutlu olurum.
Sevgiyle kalın.