28 Mart 2013 Perşembe

Nezih Kebap&Yuvalama lokantası

Geçen ay Erenköy’de minibüs caddesine çok yakın bir sokakta bulunan Nezih Kebap&Yuvalama lokantası ile tanıştık. Çok beğendiğim için tavsiye etmek istiyorum, aradığımız özgün Gaziantep lezzetlerine sahip. Masalardaki örtülerin üzerinde de Çingene Kız’ın resimleri buluyor, doğru yere geldiğinizin ilk hissiyatı :)

Kesinlikle yemenizi tavsiye edeceğim yiyecekler ilk önce fıstıklı kebabıdır, yemeye kıyamayacaksınız. Mezeleri muhteşem, panço, muhammara, acılı ezme, pastırmalı humus enfes. Bir de denenmesi gerekenler arasında Antep ve Halep lahmacunları var. Fiyatlar orta karar ne çok pahalı ne çok ucuz, lezzetine göre değer diye düşünüyorum.

Asıl bomba ise baklavaları, Gaziantep İmam Çağdaş’tan getirtiliyormuş. Başka bir şey söylememe gerek yok sanırım fakat porsiyonları çok küçük. Bir porsiyonda 2 adet baklava var, fiyatı da 8 TL, tadı damağınızda kalıyor yeminle :( Baklavayı yediğimiz an anladık buraların baklavası olmadığını, sorduğumuzda "Antep’ten geliyor" dedi garson efendi. Hakikaten orada yediklerimizdendi.

Bu arada yoğurt çorbasını andıran, içerisinde et parçaları, nohut ve yuvarlak minik bulgurlardan olan Yuvalama çorbasının asıl adı Yuvarlama çorbasıdır. Gaziantep Kent Müzesinde anlatılıyordu ismini.

Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız ve boğazınıza düşkünseniz muhakkak gitmenizi öneririm. Avrupa yakasında da Rumelihisarı’nda açılmış bir yeni şubesi, Avrupalılara duyurulur :)

Adres: Şemsettin Günaltay Cd. Çoban Yıldızı Sk. No:33 Erenköy, Kadıköy. Minibüs caddesinde Kadıköy istikametinde ilerlerken, Kazaskerden sonra soldaki Shell benzincisinin sağındaki sokaktan içeri girdiğinizde köşede solda.

-Fotoğraf yok maalesef, bir sonraki gidişimde çekeceğim mutlaka.

Afiyetler olsun :)

26 Mart 2013 Salı

Kahvaltı sofrasından detaylar



Sınırsızca yemeye müsait, önünde mükellef bir kahvaltı sofrası olan yedi tane kız bir araya gelirse ne mi olur? Bol kahkaha, mutlu gülen suratlar olur :)



 
 
Fotoğraflar için kusura bakmayın, hep aynı açı ile çekebildim.
Kahvaltıda günün yıldızı pırasalı sigara böreği oldu.


Bizim sokaktaki yufkacının yufkası taptaze, çok güzel oluyor.


İki adet yufka ile yaptım börekleri, yetti ama daha da yapsaydım yenecekti aslında.

1 adet pırasayı ince ince doğrayıp zeytinyağında kavurdum. Avuç içi kadar kıyma ekleyip kavurmaya devam ettim. Tuz ve karabiber ekledikten sonra iç harcımız hazır.

Sonra sigara böreği şeklini verdim ve zeytinyağında kızarttım. Ama sıvıyağ anlamında zeytinyağı değil, gerçek zeytinyağında kızaracak, böreğe çıtırlığını zeytinyağı sağlıyor.

Afiyet olsun,
sevgiler.

23 Mart 2013 Cumartesi

DIY:Sofra bezi

Kesip biçmeye kıyamadığım bir kumaşım vardı, çok beğenip almıştım öylesine. Nihayet kıydım ve masaörtüsü/sofra bezi yaptım :)
Yarın dostlarım kahvaltıya davetli, onlara mükellef bir sofra hazırlamak istiyorum, sofra bezi ne sermeliyim diye düşünürken giriştim sofra bezi dikmeye :)







Çokta güzel oldu, bir sonraki sofra yazısında göreceğiz inşallah.

20 Mart 2013 Çarşamba

Fikir:Jane Iredale Maskara


Geçenlerde sol gözümde yanma hissi şikayeti ile doktora gittim. Ciddi bir gözyaşı kuruluğu varmış gözlerimde. 8 senedir gün boyu gözünü kırpmadan ekrana bakarsam olacağı buydu, masabaşı işlerinin neticesi olan bir hastalık. Ekranda bir işe dikkatinizi verdiğinizde göz kırpmayı unutuyorsunuz ayrıca sürekli ve saatlerce ekran başından ayrılmıyorsanız vay halinizde. Fry Cry oynamam da durumu tetikledi, gündüz gün boyu ekrana bak, eve git yine saatlerce gözünü ekrandan ayırma sonuçları bu oluyor işte. Gözyaşı damlası verdi doktor, aklıma geldikçe ondan damlatıyorum. Bir de doktor bana, sabahları uyandığımda, herhangi bir bebe şampuanı ile gözlerimi ovarak yıkamamı önerdi bana.
Uzun zamandır kullandığım Max Factor rimelimi ve FlorMar göz kalemimi attım çöpe. Onun yerine doğal içerikli bir makyaj ürünleri arayışı içerisine girdim. Eczanede bulunan bayan bana “Jane Iredale” markasını tavsiye etti. Mineral içerikli bir ürünmüş, keratin sayesinde kirpikleri de besliyormuş. Saçlarım ve kaşlarım açık renk olduğundan siyah kahve rengi tercih ettim, hem göz kaleminde hem de maskarada, çok doğal duruyor. Şimdilik bir sorun yok, diğerinde gözlerimde yanma hissi oluyordu, ayrıca sürer sürmez gözlerim kızarıyordu ama bu ürünü bir haftadır kullanıyorum böyle şikayetlerim olmadı. Umarım memnun kalırım.



19 Mart 2013 Salı

Tchibo'dan Nihayet Dedirten Bir Tema


Kanımca Tchibo’da genelde, ihtiyacın olmayan ve zorla ihtiyaç çıkaran ürünler var ama bir tema çıkarmışlar ki beni kalbimden vurdu. Uzun zamandır takip ettiğim, almak istediğim her şey vardı bu temada neredeyse.



Mesela ıstampalar, yurtdışındaki sitelere bakıp bakıp iç geçiriyordum. Bir tanecik ıstampayı 10 dolara gönderiyorlar. Tchibo’nun bu ıstampa takımı fevkalade, içinde birbirinden güzel modeller var, özellikle hediye paketlerinde çok işime yarayacak. Üstelik ıstampaların fiyatı internet mağazasında 25 TL.gibi bir rakamdı ama sonradan mağazada gezerken 30 TL.ye satıldığını gördüm. Yine desenli bantlara -masking tape veya washi tape olarak rastlamışsınızdır- tanesi 10 TL.den başlıyor internette muhtelif yerlerde. Ben 10 tanesine 20 lira verdim :)
Bantları ve ıstampaları internetten sipariş verdim, şu güzel desenli zımbalar bütçeyi aşınca geri gittiler ama sonradan kendi mağazasında dolaşırken dayanamadım aldım, oh be dedim aldıktan sonra, çok şeker desenler çıkarabiliyorsunuz. Bardak altlığı bile yapılır. Özellikle hediye paketleme de kullanmak için ideal, sofra düzenlemelerinde peçetelere desen verilebilir ve daha bir çok şey, artık yaratıcılığınıza kalmış.

9 Mart 2013 Cumartesi

Benim sevgili tripodum


Yarı profesyonel veya profesyonel bir fotoğraf makinesine sahipseniz, belli zaman sonra bir tripoda ihtiyaç duyuyorsunuz.
Benim şuanda en çok ihtiyaç duyduğum konular; Gif yapmak, gece çekimleri (kaçınılmaz) ve kendi kendimi çekmek içindi :)
İlk işim, Hayyam İş hanında bulunan bütün fotoğrafçıları arayıp kafamda iyi kötü oluşan Mafrotto marka bir tripotu sormaktı. Hangisi daha ucuzsa oraya gidip almayı düşünüyordum. Bir dükkandaki bey beni Şahabettin Pamuk’a yönlendirdi, en ucuza buradan alırsın dedi ve telefonunu verdi. Orayı aradığımda Şahabettin Bey, ilgilendiğim tripotu önermedi, benim haberim yok böyle bir tripoddan dedi :) ve bana uzun zaman işimi göreceğini düşündüğü, pro olan ama çok çokta pro olmayan Slik 340 DX’i marka tripodu önerdi. Bir çok özellik bakımından benim sorduğum tripoddan daha iyiydi ve fiyatı da aynıydı. Telefonda uzun uzun konuştuk, sıkılmadan etmeden istikrarlı bir şekilde bana yardımcı oldu, her soruma sabırla yanıt verdi kendisi. Telefonu kapayınca aklıma yatmıştı ama fazla yardımsever olması bende şüphe uyandırmıştı. Nette biraz araştırdım, ekşisözlükte övgüyle bahsetmişlerdi. Birkaç yerde daha olumsuz bir yorum görmeyince zaten karar vermiştim bunu alacağıma.

Yeri Hayyam’da değil, Ankara caddesinden Cağaoğlu’na giden yokuşa doğru sağ taraftan dümdüz ilerleyin, Pamuk Ticaret tabelasını göreceksiniz ileride, bir iş hanının içerisinde üst katta yer alıyor.

Oraya gittiğimde de çok ilgilendi, ürünü tek tek çıkardı, nasıl kullanacağımı neler yapmam gerektiğini gösterdi ve tavsiyelerde verdi.

Uzun ömürlü bir tripod almak istiyorsanız 100 TL.den yukarı bir rakamı göze almalısınız. Ne kadar profesyonel çekimler yapmak istediğinize ve ihtiyaçlarınıza göre almanız gereken ürün değişiklik gösteriyor. Profesyonel bir satıcı size yardımcı olacaktır yoksa forumlarda her kafadan bir ses çıkıyor. Bu konu hakkında özellikle bahsetmek istedim, genel olarak memnun kaldığım yerleri paylaşmaya çalışıyorum, diğer insanlarda faydalansın, bilgi sahibi olsun istiyorum. Bende interneti bir başvuru kaynağı olarak kullanmayı seviyorum çünkü.

İlk pro gif denemem çok romantik oldu idare edin artık, aklıma ilk gelen cümleyi yazdım :)

Sevgiler



Yaşadığın şehirde bir gün turist ol





Şirketten çok özlediğimiz bir arkadaşımızla buluşmak için kahvaltı organizasyonu yaptık. Farklı bir kahvaltı ve değişik bir mekan için bakacağımız ilk adres fırsat siteleri oldu. Cihangir’de bulunan Rose Marine diye bir yerde karar kıldık. 
Taksimden inerken, Firuzağa Caminin olduğu dört yoldan sola saptınız mı ileride sağda yer alıyor. Sabah 10:00’da oradaydık ama içerisi buz gibiydi, sonra sonra seyyar sobalardan birkaç tane açtılar ama ne fayda, titredik. Kahvaltı orta karardı, bir Afyon Kahvaltısı değildi yani :) Mekanın dekorasyonuna bayıldık, tamamen vintage tarzda döşenmişti. Sıcak bir ortam yaratmışlar. Hele tuvaletlerin olduğu dekorasyon 10 numaraydı. Ambiyans için gidilir mi gidilir :)




Bir de hemen karşıdaki binada Orhan Kemal Müzesi olduğunu gördük. Girişte ücretsizmiş üstelik, kesin gideceğim orayada. Vikipedia’dan aldığım bilgiye göre : Müze, Orhan Kemal Kültür Sanat Merkezi tarafından 2000 yılında, Yazar Orhan Kemal'in anısını yaşatmak üzere kurulmuş. Müzede yazarın çoğu Ara Güler tarafından çekilmiş 70 kadar fotoğrafı, aile fotoğrafları, kitaplarının orijinal ilk baskıları, özel mektuplar, hakkında yazılan tez ve makaleler, kullandığı daktilo, özel eşyaları, öldüğünde yüzünden alınan maske gibi nesneler sergileniyormuş. Müze binasında ayrıca bir kitaplık ve İkbal Kahvesi adlı bir kahve de varmış.

Hava güneşli ama buz gibiydi, sıkı giyindiysem severim bu havaları. Cihangir’den aşağı saldık kendimizi, Cihangir’deki kediler kendilerini sevdirdiği için bol bol kedi sevdim, bakınız fotoğraflara :) 


 



Güneşe yatmış yalanıyordu hepsi de sonra Fransız sokağının oradan, Galatasaray’ın arasından tekrar yukarı çıktık İstiklal Caddesine doğru,


 


Mandabatmaz Kahvehanesine kahve içmeye. Tünel tarafında yeri, Greyder Mağazasının yanındaki sokağın içerisinde yer alıyor, küçücük bir dükkan, önünde tabureler falan var. Kahvesi çok lezzetliydi.

 



 Kahvelerimizi içince uykumuz iyice açıldı. 


St. Antuan Kilisesinin önünden hep geçiyordum ama içerisine hiç girmemiştim. Bu sefer girdik içeri, dış cephesi gibi görkemli, bir tane boş gereksiz bir şey yok. Her yer bir heykel, resim vs. ile süslenmiş durumda.






Tünel’e geldiğinizde ya Karaköy’den aşağı süzülürsünüz ya da Tünel’e binersin… Biz yürümeyi tercih ettik. Galata çevresinde turladık. İstanbul’un her hangi bir semtinin, mümkünse daracık sokaklarında kaybolmayı çok seviyorum. Bir şehri gezmenin en güzel yanı orada kaybolmakmış. Aslında kaybolmanın imkanı yok, yürüyebildiğiniz kadar yürüyün, etrafınıza baka baka, sindire sindire dolaşın mutlaka bir yerlere varacaksınız, hem de daha çok zevk alacaksınız. 





 
 

Galata Kulesinin manzarasının 3/4 ‘üne sahip bir yer keşfettik, “Konak Teras Kafe” adı burasının. Alabildiğine İstanbul ayaklarının altında, zannediyorum burada bir çok dizi vs.de çekiliyor, çünkü mekan yabancı gelmedi bana. Eski bir binaydı, merdivenleri çok nostaljikti, 4-5 kat artık hatırlamıyorum, yürüyerek çıktık. Kapılara duvarlara baka baka, içerisi buram buram tarih kokuyordu. Bir an 1940 senesindeymişsin gibi bir his.



Şişhane metrosunda arkadaşımızla vedalaştık. Oradan tekrar geri döndük ve doğruca Sirkeci’ye Tripod almaya :)




Uzun zaman önce bir yerlerde rastladığım Kamondo Merdivenlerinden bir geçmek istemiştim. Şişhane’den Karaköy’e doğru yürürken pat diye karşıma çıkıverdi.

Ve son durağımız Sirkeci’ydi…

Yaşadığınız şehirde bir gün turist olmanızı tavsiye ederim.

Sevgiler.



2 Mart 2013 Cumartesi

Değerlendirme:FarCry3

Dikkat, bu yazı tamamen playstation oyunseverlere yöneliktir :)





Farcry3 oyunundan bahsetmek istiyorum. Adaptasyon sorunu yaşadım başlarda, yönlendirme tuşlarındaki yerleri ezberlemeye çalışma, ne yapacağını bilememe ve bunun sonucunda sürekli ölüyor olmam oyundan sıkılmama neden olmuştu ilk başta. Sonra şansımı zorladım, çözmeye çalıştım. Hangi tuşun ne işe yaradığını kavrayınca daha zevkli hale geldi ve elimden bırakamaz oldum, kendimi bir anda stratejiler kurarken buldum; “Adamları öldürmek için daha çok silah taşımam gerek, ama silah alabilmek için paraya ihtiyacım var. Bunun içinse daha büyük cüzdan gerekli. Büyük cüzdan dikebilmek için iki tane domuz avlamalıyım.” şeklinde sürüp giden bir strateji zinciri. İşte bu zincirin ardından domuzların peşinde koşarken ve hınçla derisini sökmeye çalışırken buldum kendimi :) o esnada eşim bana dehşet dolu gözlerle bakıyordu.

İçimde vahşi bir hayvan yatıyor olabilir mi?

Suya dalıyorsunuz aniden bir köpek balığı saldırıyor size. O kadar gerçekçi kurgulanmış ki, ani saldırı karşısında ister istemez çığlık atıyorsunuz.
Ben hoplayıp, bağırıp, heyecanlandıkça kocacımda ne oluyor diye panikliyor :) ama ben öyle bir dalmışım ki, tek derdim köpek balığından kurtulmak. İlk zamanlar daha çok panikliyorsunuz çünkü oyuna tam hakim değilsiniz. Sonra sonra hayvanlarla nasıl baş etmem gerektiğini anladım, sizlerle de aşağıda paylaşacağım.

Hayvanları kovalamanın gereksiz olduğunu düşünenler var, bence oyuna gerçekçi bir tat katmış bu kısımlar. Asıl hikayenin yanında hayvan avlama olayı ile birlikte düşman evlerini ele geçirme, radyo kulelerini ele geçirme, kötülük yapanları para karşılığı aşağı indirme gibi ek görevler bulunuyor. Bu da kendinizi oyunun baş kahramanı haline getiriyor.
Radyo kulelerini ele geçirmek önemli çünkü her ele geçirdiğiniz radyo kulesi çevresindeki haritayı açıyor. İleride para ile de satın alabiliyorsunuz bu haritaları. Eğer haritalar açılmazsa bir boşlukta dolaşıyormuşsunuz gibi haritada yolunuzu yordamınızı göremiyorsunuz.
Düşman evlerini ele geçirmek önemli çünkü yolda giderken, özellikle haritayı açtığınızda göreceksiniz, yürüyerek veya araba ile fark etmez, kırmızı bölgelerden geçerken her an bir apaçi ile karşılaşmanız mümkün. Bir tanesi ile karşılaştığınızda az adam olmasını küçümsemeyin çünkü arkadaşlarını çağırıyor ve ister istemez bir kaosun içerisine giriveriyorsunuz.
Hayvan avlama belirttiğim gibi, daha büyük cüzdan, daha çok şırınga ve silah taşıma aparatı falan yapmak için gerekli. Ama ilerleyen bölümlerde benzer silahları apaçileri öldürdükten sonra ellerinden de alabilirsiniz.
Bunların yanında ilerleyen bölümlerde bir çok tehlikeli kısımları kolayca atlatmanızı sağlayacak şırıngalar var, bunlar yardımıyla belli bir saniye süresince hayvanların sizden uzak durmalarını, yangından etkilenmemeyi veya suyun içerisinde nefesinizi daha uzun süre tutabilmeniz gibi değişik özellikler sağlıyor. Oyun stratejinize göre ilgili şırıngayı önceden hazırlayıp yanınıza alıyorsunuz. Şırınga taşıma çantası burada önemlilik arz ediyor, eğer 2 tane taşıyabiliyorsanız birini kullandıktan sonra diğerini yeniden tasarlamanız gerekecek.

Sarı renkli şırıngalar hayvanlarla ilgili, sarı çiçeklere ihtiyacınız var bunlar için.
Yeşil renkli çiçekler sağlık için. Eğer enerjiniz düşerse üçgene basılı tutuyorsunuz ve enerjinizi topluyorsunuz.
Kırmızı renkli çiçekler yangından falan etkilenmenizi önlüyor.
Mavi renkli çiçeklerse daha derin suya dalmanıza yardımcı.
Olmazsa olmaz değiller ama yardımları da oluyor Allah için.



Dövmeler var birde, XP puan aldıkça ek özellikle açılıyor, en çok hangi alanda uzmanlaşmak istiyorsanız onu seçip kendinizi geliştirebiliyorsunuz ve geliştirdiğiniz özelliğe göre dövmeleriniz oluyor. Başta çelimsiz bir çömezken ileride rambo kesiliyorsunuz :) Tabi bir konu daha var, daha fazla XP puanları almak için adam öldürme taktiklerine dikkat etmeniz gerek. Ortaya dalip çatisabilirsiniz de ancak sinsice öldürürseniz daha fazla puan alacaksınız, bence sinsice öldürmek daha zevkli, ruhlari duymadan ele geçiriyorsun evleri.

Her bölüm hissettirmeden gittikçe zorlaşıyor. Ama ne yaparsanız yapın iyi bir strateji kurmanız gerek. Önce gidip -ne yapmak istiyorsanız- o duruma göre silahlarınızı donanmanız gerek, yeşil çiçeklerden stok yapmanız gerek. Bazı yerlerde bakıyorum silahlar yetersiz kalıyor geri dönüyorum veya bir yere saldıracağım zaman hayvanın biri gelip bana saldırıyor onun yüzünden ölüyorum. Bu tarz şeyleri göz önünde bulundurmanız gerek.

Hazine avı ile ilgili bir bölüm vardi, yesillik, eski mezarlar, tarihi uzak doğu mekanları bana uncharted'ı hatırlattı ister istemez.

Genel itibari ile oyun bu şekilde.

Keşke oyun Türkçe seslendirme veya olmadı Türkçe alt yazılı falan olsaydı diyorum yer yer, iyi kötü anlıyoruz ama neden anadilimde oynayamayayım bu oyunu diye de soruyor insan.

Sonu hüzünlü bitiyor.

FryCry'ı doya doya oynamaya devam ediyorum. Bu arada Naughty Dog'un yeni oyunu "The Last of Us" için 7 Mayıs'a kadar, "Grand Theft Auto V" içinse 17 Eylül'e kadar bekleyedurayım.

Bu oyunun tutkunu olacağımı hiç düşünmemiştim ama hakikaten çok iyi.

Kesinlikle tavsiye ederim.