7 Kasım 2012 Çarşamba

Benim Gözümden Bozcaada

 
Bakmayın bozca olduğuna, orası Şirinler köyü bence. Her yere kadın eli değmiş sanki. Rengarenk kapılar ve pencereler masaldan bir kasabanın içerisinde yürüyormuşsun hissi uyandırıyor. Kediler cirit atıyor ortalıkta umarsızca, kimi sıcaktan bıkmış gölgeye çekilmiş rüzgarın tadını çıkarıyor, kimi çoktan dalmış uykuya güneş çoktan gelmiş üstüne haberi yok. Sessizlik, dinginlik ruhunu sarıp sarmalıyor. İhtişamıyla kalesi görünüyor aralardan, minyatür evlerin arasından çıkıyor karşına.
Bir ağacın altına kurul gölgeye söyle çayını yudumla yavaş yavaş sonra hemen atla minibüse götürsün seni Ayazma’ya. Berrak tertemiz suyuna girmeden evvel alıştır biraz bünyeni, zor olacak buz gibi suya girmek başta ama unutursun hemen, sonra değmeyin keyfine. Bir alıştın mı çıkmak istemezsin içinden. Arada bir kumla aynı renge sahip beyaz balıklar çarpar bacaklarına, korkma yüzüyorlar onlar sadece. Sonra uzan yumuşak kumlarına güneşin tadını çıkar aman dikkat et rüzgar kandırıverir, güneş yakmıyormuş sanırsın kavruluverirsin sür koruyucunu.
Yüksek sesli müzik çalan plajlardan uzak yalnızca uzaktan gelen insan sohbetlerine eşlik eden “taze mısır”, “acur var acur” seslerini duyabilirsin burada. Kum ve iyot kokusunu çekin içinize, çıkarın huzurun tadını.
Sonra gündüze veda etmeye doğru Polente fenerine ama ada kekiği kokuları eşliğinde. Çanakkale’nin şerefine 17 tane rüzgar gülleri gülümsüyorlar oraya gelenlere. Güneş tüm ihtişamı ile güle güle derken bize akşam olur hava kararır, merkezde balık lokantaları bir bir açarlar masalarını. Hepsi birbirinden özenli masalar, tertemiz masa örtüleri “hangisine otursak?” dedirtir insana. Masa-sandalyelerin kimisi lacivert, kimisi beyaz, kimisi pembe, kimisi su yeşili, kimisi de sarı renklerde. Dedim ya şirinler köyü burası.

    





 




 
 
  
 
 
 
 

Hiç yorum yok: