31 Temmuz 2013 Çarşamba

Diy: Bez Bebek




Selam Herkeslere,

Uzun zamandır aklımda olup hayata geçiremediğim bir şey diktim bugün;Bez Bebek :)
Bence çok sevimli oldu, biraz lösev bebeklerine birazda Sackboy'lara benzedi.
Saçlarını yaparken zorlandım en çok, hala da içime sinmiş değil aslında. Bir çözüm bulacağım bakalım.

Bebeği hazırlamadan evvel ipuçları almak adına internette kısa bir araştırma yaptım ve şu siteye rastladım, çok hoşuma gitti. Videosu oldukça faydalı, tavsiye ederim.




30 Temmuz 2013 Salı

Debbie Macomber'ın kitapları

Arkadaşımın çok beğenmesi üzerine Debbie Macomber'in kitaplarını merak etmiştim. Beşinin bir arada satıldığını görünce satın aldım ve Bahçemde Yeşeren Umutlar ile başladım okumaya ancak beni hiç sarmadı. Daha sonra sıkılmamın asıl nedeninin, kitapların bir seri olduğunu öğrenmemle anladım.
Sırası soldan sağa doğru fotoğraftaki şekilde. Hatta en son kitabı da Yeni Başlangıçlar Mevsimi onu da bilahare almayı düşünüyorum, hele elimdekiler bitsin.

Okuduğum kitaplarda insanı alıp götüren basit bir anlatım hakim. Sıradan insanların sıradan hikayelerinden oluşuyor. Yer yer tahmin edilebilir konular mevcut ancak insana mutluluk, umut ve sevgi aşıladığı için çok sevdim. Kin gütmemeyi, ilk adımı atmanın hayatımızdan bir şey kaybettirmeyeceğini, yardımseverliğin insanın bünyesine ne kadar iyi geleceğinden bahsediyor genelde. Kitapların isimlerinden de anlayacaksınız zaten.

Küçük Mucizeler Dükkanı ve Bir Yumak Mutluluğu bitirdim. Yalnız söylemem gerek ki, orjinal kitap olmasına rağmen Bir Yumak Mutluluk kitabında o kadar çok yazım hatasına rastladım ki anlatamam üstelik çoğu hatalar anlam bütünlüğünü bozacak şekildeydi. Kitaplar Martı Yayınlarından çıkmış, hiç yakıştıramadım.

Şimdi sıra Bahçemde Yeşeren Umutlar'da.

Hadi bakalım 
Her roman yeni bir macera :)


Harikalar diyarına ufak bir yolculuk

 
 
Harikalar diyarına ufak bir yolculuk var :)
Bebişimin odası için böyle ufak bir resim yaptım. Eminim çok sevimli duracaktır :)
 
 



 

28 Temmuz 2013 Pazar

İstanbul Akvaryum


Geçenlerde methini çok duyduğumuz İstanbul Akvaryum'a gidelim dedik.
Fotoğraf makinemi götürmediğim için çok fazla kaliteli fotoğraflar çekemedim, telefonumdan çektiğim kadar sadece. O nedenle genel izlenimlerimi aktaracağım.

Burası Florya'da yer alıyor. Anadolu yakasında yaşayıp ilk kez gidecekler için özellikle belirtmek istediğim noktalar var. Uzunçayır'dan metrobüse bindik ve Florya durağında indik. İndikten sonra üst geçide çıktığınızda sağ tarafa yönelmelisiniz, orada taksiler var onlar sizi ulaştıracaktır, tahminen 12-15 TL arası tutacaktır. Yürünecek kadar kısa mesafe değil ama arabayla en fazla 10 dakika gibi kısa bir sürede ulaşacaksınız. Aqua alışveriş merkezi ile yanyana.

Akvaryum girişinde çeşitli fiyat alternatifleri var, ekstra ücretle satın alabileceğiniz kısımları dahil paket olarak alabilirsiniz bu şekilde bir tanesi bedavaya geliyor gibi oluyor. Biz Ayna Labirenti+5D sinema+İstanbul Akvaryum gezisi 40 TL olandan satın aldık. Siz buradan kendinize uygun olanı seçebilirsiniz. Standart giriş ücreti yetişkin 35 TL. Gezi sonrasında bu parayı hak edip etmediğini tartacak olursak değmediğini, azami rakamın 15-20 TL olması gerektiğini düşündüm. Pahalı olmasının nedeni sanırım balıkların beslenme masraflarıdır. Bir çok köpek balığı vardı mesela. Beslenme masrafı, suyun temizliği ve daha bir çok masrafları vardır.

Karadeniz suları ile başlayıp ülkemizin diğer bölgelerinde yaşayan balıkları ve buna benzer bilgileri görüyoruz ve öğreniyoruz. Duvarlara boylu boyunca o bölgeye has bilgileri yazmışlar ama durup öylesine upuzun bir yazı okumak sıkıcı oluyor açıkçası. Her yazıyı durup uzun uzadıya okumaya mı geldik balık görmeye mi? Öyle olsa açar ansiklopediden bakardım. Kulaklıklar var ama biz almadık. Daha mistik bir hava oluşturabilirlerdi veya uzun bir fanusun içerisinden balıklara baka baka, yürüyen bant üzerinde ilerleyebilirdik. Çok fazla Arap vardı, Türk yoktu diyebilirim hatta. İlerlemedikleri için arkalarında bir yığılma oluyordu. Neyse onlardan uzaklaşmaya çalışarak bakına bakına ilerledik. En çok Cebelitarık boğazı hoşuma gitti, daha önce orası hakkında çok bilgi sahibi değildim. Bir de Amazon ormanları var, buranın nemli havası, yılanlar, akrepler vs.de güzel olmuştu.

Ayna labirenti çok zevkliydi, hangi yoldan gideceğinizi kestiremiyorsunuz. Yanlış yola girerseniz dikkat edin bir kaplan üzerinize atlayacak kıvamda kükreyip sizi korkutabilir. Yalnız çok kısa sürüyor tabi çocuklar yollarını bu kadar çabuk bulamayabilirler.

5D sinemada fena değildi. Genel olarak çocuklara hitap eden bir yer olduğunu düşünüyorum. Yeğeninize, çocuğunuza güzel vakit geçirebilirsiniz ama sevgilinizle, eşinizle çokta eğlenceli vakit geçireceğinizi sanmıyorum.

İçeri girişte bir kız düz bir tahtanın önünde fotoğraf çekmek istedi, istemiyoruz dememize rağmen çok ısrar etti ve ağzında bir şeyler geveledi, bizim duyabildiğimiz kadarı ile arada bir ücretsiz kelimesi geçti. Meğerse "kelime oyunu" yapıyorlarmış bize. Çıkışta fotoğrafların alındığı bölüme uğradık, mağazaya girmeden evvel bir önceki yer. Çocuk bize alternatif ücretleri anlatmaya başladı hızlı hızlı. Ücretsiz demişlerdi dedim, ne dese beğenirsiniz? Çekim ücretsiz! Orada dikilmek için para mı verecektim sanki... Fotoğraf alacağım varsa da enayi yerine konmak insanın moralini bozuyor.
Sanki 35 TL.yi veren burada her şeye para saçar mantığı vardı. Herşey bir iki kalem daha pahalı zaten. Hele ki mağazadan ufak oyuncak alalım bebişimize diye bakındık, avuç içi kadar penguene 17 TL diyorlar. Çocuğunla girdiğinizi düşünsenize :) dışarı çıkmak içinse bu mağazadan geçmeniz gerekiyor.

Dönüşte Akvaryumun önündeki duraktan Eminönü otobüsüne bindik. İki saat boyunca içeride yürüdüğünüz için farkında olmadan yoruluyorsunuz. Yandaki alışveriş merkezinde oturup bir şeyler atıştırabilirsiniz böylece dinlenmiş olursunuz.

Benim izlenimlerim bu şekilde,
İyi gezmeler
 

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Köyüme doğru kısa bir yolculuk

 
İstanbul'dan biraz uzaklaşıp köyüme gittim. Kafa dinlemek için bire bir ancak hamiş olduğumdan mıdır nedir iki gün boyunca baş ağrısı nüksetti. Otobüslerle indi bindi yaparken, iki saatlik yolu dört saatte gelmek ağırıma gidiyor. Şu direksiyon sınavını geçer geçmez ilk işim arabayla köye gitmek olacak.
Bir de baş ağrısı tam geçti derken ufak burun kanamaları. 17.haftadan itibaren kan basıncı yükseldiğinden diş etlerinde ve burunda kanamalar olabileceğini okumuştum.
Beni çok ama çok üzen başka bir hadise daha yaşadık ne yazık ki, kuzenim doğum sırasında bebeğini kaybetti. Kendisi Tayland'da olduğundan direkt konuşma şansım olmadı henüz, nasıl olduğunu net anlayamasamda bebişin boynuna kordon dolanmış, kuzenimse normal doğumda ısrar edince bebek karnında henüz hayata gözlerini açamadan yummuş. Bu olay beni çok ama çok etkiledi.
Bazı insanlar şu hayata felaket tellalığı yapmaya gelmiş sanırım, ne kadar uzak durmak istesemde olmuyor. Buna benzer bir çok hadise anlattılar bana. En çok korktuğum şey bebişimin başına bir şey gelmesi iken bir de bunları duymak moralman insanı yıpratıyor. Düşünmemeye çalışıyorum. Kendi doktoruma kordon dolanması ve diğer riskler hakkında ile detaylı şeyler soracağım.

Anne olmak gerçekten zormuş, her şeyden önce düşünce yapınız tamamen değişiyor. Etrafa daha farkı gözle bakmaya başlıyorsunuz. Çocuğunu sokağa atan insanlara çok şaşırıyorum.

Neyse kötü şeylerden bahsedip canınızı sıkmak istemiyorum... Köyümde geçen dört günlük dinlenmecenin özeti;
Annem balkonuna yeni bir sedir yaptırdı, üzerine yastıklar diktik, kanaviçeler örttük. Genelde bunun üzerinde uzanmış ya sessizliği dinliyordum, ya kitap okuyordum, ya da meltemin yüzümü serinletmesinin tadını çıkarıyordum.
Sedirin minderlerini rahmetli babaannemin dikiş makinesinde diktik.
Akyazı'da çarşamba günleri kurulan pazar var. Doğal ürünlerden de bolca vardı pazarda.

16 Temmuz 2013 Salı

Çanakkale'de bir gün



Bozcaada'dayken bir günümüzü de Çanakkale'ye ayırdık memleket görelim dedik ama şehitliğe gidemedik maalesef, şehir içinde dolaştık. Küçük bir merkezi var.
Kastamonu'ya ait olan türküden esinlenerek Aynalı Çarşıya gidelim dedik, beklentilerimizi karşılamadı. Küçük pasaj gibi bir yer, içerisinde çin malı birbirinin aynı hediyelik ürünlerinin satıldığı dükkanlardan oluşuyor sadece.
Feribot iskelesi civarında bir çok tarihi tatlıcılar sıralanmıştı. Revaniye benzer, adı "peynir tatlısı" olan buraya özgü bir tatlı ama tok olduğumuzdan yemek kısmet olmadı, kocişim daha önceden yemiş güzel bir tatlıymış, siz giderseniz deneyin mutlaka. Hatta uzun süre dayanıyormuş hediye de götürebilirsiniz.
Yemek konusunda arkadaşlarımızın tavsiye ettiği Hangover diye bar&cafe tarzı bir yere girdik. Fiyatları görünce gözlerimize inanamadık bilhassa İstanbul ve Bozcaada'dan sonra. Ana yemeklerin fiyatları 8-12 TL arası falandı, tarzı ise Kırıntı gibiydi koca koca tabaklar geldi önümüze. Biz memnun kaldık.
Sahil şeridinde de çok "meşhur" olduğunu tahmin ettiğimiz bir pastane var, adı aklıma gelmiyor maalesef. Dondurması meşhur falan diye girdik içeri ama hiç güzel değildi, garsonlar çok suratsız ve ilgisizdi.
Genel olarak gözlemlerim -şehitlik gezisi dışında- merkezde yapılacak çok bir şey yok ne yazık ki. Kent müzesini gezmeye fırsatımız olmadı maalesef, siz gidin derim sahile çok yakın.

Rüzgarı bol, nemi sıfır güzide bir şehirimiz.
Bol gezmeler:)

 

Her kalp kendi şarkısını söyler ve yalnızca diğer yarımız o sesi duyar

 
İçimi ısıtan bir kitap okudum. Bu kitabı sevdiklerinize gönül ferahlığı ile hediye edebilirsiniz çünkü 7'den 77'ye herkese hitap eden bir tarza ve konuya sahip.
İsmi beni cezbetmişti, içindekilerle hayata daha da pozitif bakar oldum.
Kesinlikle tavsiye ederim.
 
Her kalp kendi şarkısını söyler ve yalnızca diğer yarımız o sesi duyar. 
 

 

 

14 Temmuz 2013 Pazar

16. Hafta haberlerimis

Geldik 16.haftaya. Gel gör ki çoğu paylaşılan hamilelik hikayelerinin aksine aktarabileceğim bir aksiyon yok açıkçası :) İçimde bazen nabız atması gibi bir his duyuyorum, Allah'ıma şükürler olsun orada olduğunu hissediyorum bu da bana mutluluk veriyor.
2 kilo aldım şimdiye dek öyle hamurişi, tatlılara da pek dikkat edemedim hepsini lüplettim, bilhassa tatildeyken. Ama artık daha dikkat ediyorum, Karatay'a devam.
Karnışım gözle görülür şekilde şişmeye başladı, çatlaklara çözüm arıyorum şuan. Yağlı bir cildim var, bu benim için bir avantaj. Doktorlar bunun genetik olduğunu, çeşitli yağlarla ovma, spor yapma ve bol bol su içme ile en aza indirilebileceğini belirtmişler.
Bu durumda bol bol yağlamalı göbişi. Duş esnasında bebe yağı kullanıyorum, yatarken tatlı badem, lavanta, gül ne varsa sürüyorum artık. Yemeklerimdeyse taş sıkım zeytinyağı kullanıyorum. Umarım faydalı olurlar.

Şimdilik bu tarafta haberler bu şekilde. Haftaya cinsiyetini öğreneceğiz kısmetse. İster kız olsun ister erkek, hiç farketmez sağlıklı ve sıhhatli olsun yeter.

Sevgiler

7 Temmuz 2013 Pazar

Bozcaada Tatili ve ...

 
Geçen sene Bozcaada'ya doyamadığımız için bu sene yine gidelim dedik. Açıkçası bu sefer bize çok yavan geldi. O sessiz sakin Bozcaada gitmiş, yerine kalabalık curcuna bir yer gelmiş. Ramazan ayından önceki son hafta diye miydi anlamadık ama özellikle Ayazma Plajı tıklım tıklımdı.
 
Size çok şirin, sahibelerinin de dünya tatlısı olduğu bir pansiyon-otel tavsiye edeceğim. Aksoy Otel-Pansiyon. Özellikle otel kısmı yeni inşa edilmiş, dekorasyonu çok hoş. Kendinizi de güvende hissedeceksiniz. Sahibesi Nazire Hanım, gelini Hatice Hanım çok tatlılar, ilgililer. İşlerini amatör ruhla profesyonelce yapıyorlar. İlk iki gece orada kaldık fakat özel nedenlerden dolayı daha geniş üç kişinin kalabileceği bir yer bakındık ve Akarsu Kalyopi Otel'de karar kıldık. Tabi ki aradaki fark şiddetle hissediliyordu, sifon bir çalışıyor bir çalışmıyordu, duş başlığından su gelmiyordu... Sahibesi bizi kapıya ağırlamaya dahi erindi, üzerinde anahtar var girin dedi :) Sanki bu işi yapmaktan bıkmışlar fakat kendilerine de laf söyletmek istemediklerinden zaruri görevleri yerine getiriyor gibiydiler. Bizim için kalacak yerin temizliği yeterliydi, bunlara çok takılmadık ta ki 150 liramız aşırılana dek.
Maalesef çok çok tatsız bir hadise yaşadık üstelik Bozcaada gibi bir yerde. İnsanların kapılarını kilitlemeden uyudukları, paralarını açıkta bıraktıkları bir yerde... Aslında giden parasında değildik, mahremiyetimize girilmesi ve otel sahiplerinin yalan söylüyormuşuz şeklindeki ısrarları bizi üzdü.
Hadise ise maalesef şu şekilde gelişti; Saat 11 civarı denize gitmek üzere hazırlandık, eşim para çekelim dedi, benim cüzdanımda olduğu için buna gerek yok dedim ve cüzdanı mı açtım, cüzdanımda kağıt 100, 50 ve 50 liralar buruşturulmuş şekilde duruyordu. Belki altında başka paralarda vardı bilmiyorum. 50 lirasını eşime verip geri kalanı cüzdanda bıraktım ve dolaba kaldırdım. Hatta cüzdanımı alsam mı diye düşünüp plajda çalınabileceği ihtimaline karşılık oda da bırakmaya karar verdim. Kapıyı kitleyip denize gittik. 5-6 saat sonra geri döndük, uzandık bir kaç saat dinlendik. Bu arada otele döndüğümüzde yataklarımızın düzeltilmiş olduğunu gördük. Bize odanız temizlenecek şeklinde bir ikaz yapılmamıştı... Yemeğe gitmek üzere hazırlandık, cüzdanımı açtığımızda içinin boş olduğunu, paraların yerinde yeller estiğini gördük. Birden afalladık, nasıl olur falan derken etrafı aramaya başladık ama paralardan eser yok... Odanın bizim haberimiz olmaksızın temizlenmesi akabinde de paranın yok olması tesadüf mü acaba?
Otel sahiplerine bunu belirttiğimizde 14 yıldır böyle bir hadisenin ilk kez yaşandığını belirttiler ve bize inanmak istemediler. Onlar açısından düşündüğümde evet inanması zor bir durum ancak maalesef bu yaşandı üstelik bizim başımıza geldi. Sonrasında yemeğe gittik ancak iştah falan kalmamıştı bizde, daha fazla orada kalamazdık zaten, otobüs saatimizi geriye çektik, ertesi sabah en erken saate aldık biletimizi.
Geri döndüğümüzde borcumuzu ödemek üzere tekrar otel sahibesinin yanına gittik, tabi ki biz gittikten sonra konuyu iyice ele alıp ihtimalleri düşünmüşler. Biz masaya oturduk ancak sahibesi yanımıza gelip masaya oturma nezaketini dahi göstermedi, bir kaç adım ileride ayakta durarak tatlı dille bizi suçladı. Yolda düşürmüş olabilirmişiz vs.. Kaldı ki %1 bile yanılma payımız olsa biz bu konuyu kendilerine açmazdık veya cüzdanıma en son iki gün önce bakmış olsaydım düşürmüş olma ihtimalime karşılık yine bir şey demezdik. Uzun senelerdir gelen bir müşteri olsak inanacaklarmış ancak ... diyerek sessiz kalmayı yeğlediler. Bu arada odamızı temizleyen bayan iki aydır kendileri ile çalışan yabancı uyruklu birisi... Kimseyi suçlamak değil benim derdim ancak ortada bir suistimal var ve çözmek kimsenin umrunda değildi.
Velhasıl kabul etmediler, zararımızı borcumuzdan düşmeyi teklif ettiler ancak kabul etmedik.
Bu üzücü olay Bozcaada'dan soğumama neden oldu, sonraki tek istediğim -kendimi en güvenli hissettiğim yer olan- evimize dönmekti.
Bu tatsız olayı özellikle yazma gereği duydum, gidecekler yeniden düşünsün bence.
 
Bozcaada'da çok memnun kaldığımız bir Akdeniz-Balık restoranı tavsiye edeceğim size, Sandal Restoran, özellikle Ege Karışığını ve Karides güveci deneyin, tadı damağımda kaldı.
 
Bozcaada'ya ilk kez gidecekler içinse, pahalı bir yer olduğunu söyleyebilirim, hazırlıklı olun :)
 
Gelecek yazı Çanakkale hakkında,
 
❤  Kalın sağlıcakla  ❤
 
 
Yapmadan Dönme;
 
Çınaraltı'nda damla sakızlı Türk Kahvesi yudumla :)
 
 
Çiçek Pastanesinde Badem Lokumu yeyin :)